Doğup büyüdüğümüz mahallemizde yaşadıklarımıza kaldığımız yerden devam edelim. Önce ikinci yazıdan sonra neler olduğunu yazayım.

                    İlhan abla beni resmen anıya boğdu. WhatsApp hattından sesli mesajla gönderdiği anılarında mahallede yaşayanları büyük küçük ayırt etmeden isimleriyle hatırlaması müthişti. İlhan abla 35 yaşından öteye geçmemiş bilginiz olsun.

                    Feride abla yine aynı güzellikte mahallemizde yaşadığı, bildiği hatırladığı anılarını yazarak gönderdi.

                    Perihan abla Almanya’dan yine WhatsApp hattından sesli mesajlarla acısıyla tatlısıyla mahallede yaşananları anlattı.

                    Bir şey dikkatimi çekti sizinle paylaşayım, bu üç ablada aynı kuşağın insanları. Yaşadıkları anılar ve bana gönderdikleri de hemen hemen aynı ortak güzellikler. Mahallede yazılı olmayan, herkesin uyduğu kurallar. Mahallede ki görev bölüşümü, mahallenin enleri vs. Aşağıda bahsedeceğim. Bizden bir öncekiler yaşadıklarına ve anılara daha bağlı.  

                    Bizim ve bizden bir sonraki (10 yaş aralığı ile düşünün) kuşağın ve özellikle mahallede yaşayan erkeklerin bu mahallede haybeye yaşadıklarını anlıyorum. Çünkü kalem oynatan, birlikte şunu yaşadık hatırlıyor musun diye soran yok gibi.

                    Geçen hafta Ayfer’in gönderdiği iki anısı ile başlayayım.. Ahmet Abimin kazaya kurban gittiği günü hatırlamış şöyle anlattı.

                    “Ahmet abi abimin (Fahri Bayram) çok iyi arkadaşıydı çocukluğumdan hiç unutmadığım gün o gündür. Pazar diye hatırlıyorum önce bize uğradı abimi de almak için, babam bahçeye avlu yapıyordu abimi göndermedi, çok zaman geçmeden haber geldi hepimiz şok olduk. Dediğim gibi hiç unutmadığım bir gündür.”

                     Bir diğer anısı ise şöyleydi.

                    “Çok eski anıları hatırlattın, Naciye Bender'in ineği beni Türkerlerin dükkânının orada sıkıştırdı, eğer Kayhan abim yetişmese öldürecekti bayağı bir yaraladı inek beni. Meğer öyle dışarı bırakılacak bir inek de değilmiş. Osman Bender ve eşi bize gelip özür dilediler ve o inek bir süre sonra kesildi.

                     İşte komşuluk böyleydi, o yıllarda “ben ne yapayım hayvan ineklik etmiş” demek yoktu.

                     Devamında Ayfer şöyle demiş.

                     Ya eskilere getirdin gece gece bi garip oldum ama çok güzel günlerdi, mahalle hayatı, komşuluk çok başkaydı o zamanlar. “

                     İlhan, Perihan ve Feride ablaların anlattığı anılarda günümüze göre mahallenin ortak olduğu sorunlar ve yokluklar var.

                     En büyük sorun mahallenin hiçbir evinde akan su olmamasıydı. Ali ve Fatma Serdar’ların evinin önünde belirli saatlerde akan bir çeşme vardı ve mahallede yaşayan herkes sıraya girerek buradan evinin ihtiyacı olan suyu alırdı. İçme suyunu ise Feride abla şöyle yazdı.  “İçme ve yemek pişirmede kullanmak için aşağı sudan su taşınırdı. Aşağı suya küçük bir patika yoldan giderdik. Giderken yolun kenarlarında bulunan çok güzel kokulu küçük yaban çilekleri ve böğürtlenlerden yerdik, aşağı suda su deposunun üzerinde oyun da oynardık.”

                    İlhan Abla aynı içme suyu için şunları anlattı. “Tüm mahalle içme suyunu buradan karşılıyordu. Biz mahalledeki bütün yaşıtlarımızla senenin belirli günlerinde bu su deposunu içini dışını fırçalarla temizlerdik.”  

                    O günlerde bana ne diyen yokmuş, mahallenin ortak sorununa demek ki herkes koşuyormuş.

                    İçme suyuna bir ilave de ben yapayım. Lojmanlarda oturanlara EKİ o zaman katırla içme suyu getirirdi. Yine kışlık yakacak kömür EKİ tarafından evin önüne kadar taşınırdı. 

                    Mahalle genç kızlarının ortak yaptığı bayram temizliği var. Bayram öncesinde genç kızların mahalleyi bir baştan bir başa süpürülüp sokakların tertemiz yapılması her bayram tekrarlanıyor.

                    Yine mahallede o yıllarda herkesin eşyası kısıtlı. Tencere, tabak bakırdan. Özellikle yaz aylarında mahalleye gelen kalaycılar tüm kapları kalaylıyor. Daha sonraları alüminyum kaplar çıkınca değişim yaşanıyor.

                    Herkesin bir tek ayakkabısı var. Çocukların ayağında ya takunya, ya da naylon terlik veya naylon ayakkabı var.

                    Kimsede çamaşır makinası yok. Çamaşırlar evlerin önüne yakılan ateş üzerinde çamaşır kazanlarında kaynatılıyor. Mahallede en iyi çamaşır yıkayanı Nazmiye (abla) Serdar.

                   Öyle hastanede doğurma dönemleri henüz gelmemiş. Doğumlar mahallede oluyor. Kilimli Belediyesinden ebe çağrılıyor ve mahallenin gönüllü ebesi Meryem Teyze haliyle.

                   İlhan abla bunu şöyle anlattı. Müzeyyen ablanın doğumunda Seval, Zühal ve Sevil’den sonra hepimiz erkek bebek bekliyor, meraklılar olarak evin önünde toplanıyoruz. Annem yardımcı ebe olarak görev başında dışarıya çıkıp başı önde ve yüzü asık ise anlıyoruz ki kız bebek doğdu. Benzer doğumları İsmet Abla da da yaşadık..

                  Mahallenin rüya yorumcusu İsmet abla. Rüya gören genç kız soluğu İsmet ablanın evinde alıyor. Aynı zamanda İsmet abla nazar olana kurşunda döküyor.

                 Mahallenin doktoru Yeter teyze olarak hatırlıyorum. Mahallede futbol oynarken bir şekilde sakatlanınca annem beni Yeter teyzeye getirirdi. Onun yaptığı ilaç veya otları bacaklarımıza sarar ertesi gün sapasağlam kalkardık.    

                 Evlerde kuzineler var ve herkes yemeğini orada yapıyor. İlhan abla anlattı aktarayım. “Yaz aylarında genelde evlerde kuzine yakılmaz ve dışarıdaki ocaklarda yemekler yapılırdı. Bir gün annem yemek yaparken Yılmaz Bozkurt bizim evin önünde müthiş bir yemek kokusu duyar ve canı çeker. Eve gittiğinde annesinde bu olaydan bahseder. Ruhiye teyze bu “her yemeği yapan var yapamayan var” der ve bunun sakıncalarını anlatır. Bunun üzerine yemekler büyük oranda evler de yapılmaya başlanır.

                Büyük sözü dinleniyor bu da onun işareti.    

                Mahallenin ortak bir başka özelliği ise mahallelinin gelen geline sahip çıkma özelliğiydi. Bu durum mahalleye gelin gelen kişinin kısa sürede onlarla kaynaşmasına, kabul görmesine de yarıyor olmalıydı.

                Mahalleli sadece gelin gelene değil, evlenip giden kızına da sahip çıkıyordu. Örneğin Nazmiye abla evlenip gittiğinden kısa bir süre sonra tüm mahalle hediyesini alıp misafirliğe gidiyor. Bu aynı zamanda mahallenin damatlarına da ”kızımıza iyi bak, ona göre” mesajıydı.

                Benim farklı bulduğum ise mahalleye gelen dilencilerdi. Dilenciler genelde mahalleye akşamüzeri gelir karnı doyurulduğu gibi ya Meryem Teyze de ya da bizim evde mutfaktaki sedirde yatardı. Herhalde dilencilerin en sevdiği mahalle bizimkiydi. Çünkü hiç biri boş dönmezdi.

               Bu durumu Emine şöyle anlatmış. Bir akşam mahalleye gelen dilenci bizde kalıyor, Ramiz Amcamlar karşı komşumuz ve bu durumdan çok tedirgin oluyor. Sabah olunca “Ah Meryem sabaha kadar uyutmadın beni, nöbet tutturdun” diye serzenişte bulunuyor.

               Mahallede “pembe hırsızlıklarda” oluyor. Pembe hırsızlık nasıl olur diyeceksiniz şöyle. Mahallenin gençleri, bizden bir önceki kuşak yani herkes sırasıyla kendi kümeslerinden tavuk çalıp, deniz kıyısında ellerinden geldiğince pişirip yiyorlar. Tabi bu hırsızlık kadınlar arasında “benim tavuğum kayboldu” diyerek araştırılınca iş meydana çıkıyor.

              Bizim kuşak da bahçelerden meyve çalardı. Meryem Teyzenin bahçesinde çok güzel sıra ile ekilmiş aşılı döngeller vardı. Kayhan abi “bizim döngeller oldu mu bahçeyi ziyaret ettiniz mi diye bize sorardı.

              Mahallenin genç kızlarının ilk rakı içme deneyimi Cemil Güven’in düğününde olmuş. İlhan abla anlattı “düğün sonrası ortalık toplanırken masada kalan şişe ve kadeh diplerindeki rakıları merak edip tatmıştık, berbattı” dedi.

              Konu içkiden açılmışken güzel bir anı ile bitireyim. Ali (amca) Serdar içtiğinde arkadaşlar olarak çok sevinirdik. Bizim kuşak hemen bir araya gelir ve Ali Amca’yı takip ederdik. Birilerine söver sayardı bizde gülerdik. Sarhoşken salaşta bize çoğu zaman hüzünlü kaval çalar karşısına sıralanır hep beraber dinlerdik. Nedenini bilmezdik ama bazen kaval çalarken gözleri dolardı.

              Devamı haftaya..

            TURGUT GÜVEN