Yukarı mahalle anılarımıza kaldığımız yerden yazmaya devam edeyim.

        Son yazı sonrasında güzel tepkiler ve yorumlar aldım. Feride abla birkaç anısını yazarak gönderdi. Nedim ( ağabey)Serdar telefonla aradı ve mahallede geçen günlerin çok anlamlı ve değerli olduğunu anlattı. Eşi Fazilet abla ile yine bu konuda sohbet ettik ve Zonguldak’a geldiğimde görüşmek üzere anlaştık. Mahallenin salaşında birlikte oturacağız.

        Hakkı Hızarcı ile Facebook’ta tanıştık. Annesi İsmet teyzeyi (Hızarcı) sorunca hemen görüntülü aradı ve sohbet edip geçmişte yaşanılanları yâd ettik.

        İlhan, Perihan ve Feride ablalardan gelen anıları notlar alıp zamanına göre sıraladım. O sıraya göre sizlere aktarırken anlattığı anılarda adı geçenleri de arayıp aynı anıyı onlardan da dinliyorum.

        Bu yazıyı yazmadan önce de Orhan Abay’ı, Yaşar Bilgin’i ve İlhan ablanın anlattığı bir anının detayını ondan öğrenebilirsin dediği için Cavit (ağabey) Güven’i telefonla aradım ve görüştük.

        O yıllarda mahallenin gençleri Metin Serdar, Hilmi Güven, Nihat Bıyıklı, Kayhan Özbostancı, Cavit Güven ve bizim Arap adındaki av köpeğimiz yaz aylarında babamın sandalını alıp İstanbul’a gitmeye karar veriyorlar.

         Hemen aklınıza şimdiki motorlu sandallar gelmesin. O tarihlerde motorlu sandal yok gibi, sanıyorum İnağzı’nda hiç yok. Akıllarınca kürek çekerek gidecekler.  Ayrıca havanın ne olacağını da bilmiyorlar.

        Cavit Ağabeye “hadi siz gidiyorsunuz Arap’ı (köpeği) neden aldınız” diye sordum. Peşimizden ayrılmıyordu Metin “buda gelsin hiç İstanbul’u görmemiştir zavallı” deyince “onu da attık sandala” dedi 

        İnağzı’ndan sandalı atıp denize açılıyorlar. Kapuz’a geldiklerinde köpeğimiz Arap’ı deniz tutuyor sahile bırakıyorlar oda eve dönüyor.

        Akşamın bir vakti ancak Kozlu’yu geçip Ilıksu’ya kadar gidebiliyorlar ve sandalı sahile çekiyorlar. Sandalın yanında Metin ev Hilmi ağabey kalıyorlar, Nihat Cavit ve Kayhan ağabeyler eve geri dönme kararı alıyorlar.

         Zonguldak tan 00.40 treni ile İnağzı’na dönüyorlar. Tabi işin faturası Nihat Bıyıklı ’ya kesiliyor. Ağabeyi Nusret amca o’nu güzel bir hırpalıyor. Sandal ile İstanbul’a gitme isteği Ilıksu da bitiyor..  

         Bu tip maceraların içinde Orhan (ağabey) Özbostancı nasıl olmamış hayret ettim, çünkü uzun süre kürek çekmeyi seven biriydi.Bu işi spor olsun diye yapardı.  1 Temmuz Deniz Bayramlarının baş aktörü Orhan Ağabeydi. İnağzı da Ahmet Yavuz’un “Yavuz” adlı teknesiyle sandal yarışlarına katılır ve birincilikleri toplardı.

         Söz Orhan Ağabeyden açılmışken, tüm İnağzı Orhan ağabeyin boks maçlarına giderdi. Çok dayanıklı, inatçı olduğu kadar da iyi de bir boksördü. Boks maçları o kadar heyecanlı geçerdi ki, ertesi gün mahallenin bütün gençlerin bağırmaktan sesi kısılmış olurdu.

        Önceki yazılarımda o yıllarda mahalleye gelen satıcılardan bahsetmiştim. Genelde yaz aylarında “ayı oynatıcıları da” gelirdi.. Zavallı hayvanların burnundan zincirlenmiş olarak oynatılması tuhafıma giderdi. Tef çalıp oynatılırlar, hamamda bayılma taklidi yaparlardı. Feride abla ayıların sıcaktan bunaldığını ve Fatma teyzenin evinin önündeki çeşmenin su yalağına yatıp serinlediklerini anlatmıştı. Ayrıca bu ayılara bel çiğneme işleri de yaptırılırdı. Nane’nin belini çiğnettiğini yine Feride abla anlattı.

        Bizim kuşağın tamamı Meryem Teyze de çekinirdi. Çünkü büyüklerimiz herhangi bir kabahat işlediğimizde o’na söylerle o da bir şekilde bize bazı tembihlerde bulunur, korkutmaya çalışırdı. Kulağımızı çekmesi veya dövmesi hiç kimseyi rahatsız etmez, kimse de benim çocuğuma neden böyle bir şey yaptın diye sormazdı. İyi hatırlıyorum Meryem Teyze anneme “Fatma bu benden hiç korkmuyor” dediğine birkaç kez şahit olmuştum, ama bende herkes gibi onu gördüğümde kendime bir çeki düzen verdiğimi hatırlarım. 

        Özellikle Ramazan aylarında çeşitli oyunları ve eğlenceli şakalar hazırlanır ve bunları genelde Meryem Teyze tezgâhlardı. Bir gün tam tersi oluyor. İsmet ablalar bir küp içine altın bilezik koyup Meryem Teyzenin bahçesine gömüyorlar. Bahçe kazılırken küp bulunuyor ve Meryem Teyze küpün üzerine “babamın küpüdür” diye kapaklanıyor, içinde bir bilezik çıkıyor. Tabi yanındakiler gülmekten yerlerde. Şaka yaptıklarına Meryem Teyzeye zor anlatıp ikna ediyorlar.

        Yine Ramazan aylarındaki en ilginç şakalardan biri kapı tıklama işiydi. Bunu genelde genç erkekler yapardı. Siyah makara ipi ile kapıya taş bağlanır saklanıp uzaktan çekilerek kapı tıklanırdı. Biri geldiğini düşünüp kapıyı açan kişi karşısında göz ve ağız şeklinde oyulmuş içinde mum yanan kabak ile karşılaşır ve ilk bakışta korkarlardı.

         Komşuluk ilişkileri en üst seviyedeydi. Kimse kimseyi kırmaz ve yardımlaşma esastı. Ev yapanların tüm inşaat malzemelerini mahalleye imece ile taşındığını önceki yazılarımda anlatmıştım. Evin çatısı yapılma aşamasında çatıya bir bayrak çekilir, mahalleli evi yapana hediyeler getirirdi.  Evin birkaç eksiği böylece tamamlanırdı.

         Bu haftaki yazımı bir anımdan bitireyim. Küçük Yaşar’ın babası rahmetli Osman Bilgin bizim sınır komşumuzdu. Motor tamircisiydi ve çok temiz giyinirdi. Yağmurda çamurda ayakkabıları bile tertemiz ve boyalı olurdu. Bizim evin önünde babamla birlikte arızalanmış olan sandal motorumuzu günlerce tamir ettiler. O günlerde iki köpeğimiz var. Birinin adı rengi nedeniyle Arap, diğerinin adı Tarzan. Osman amca Tarzan’ı görünce “Cemal ağabey birkaç gündür yanlış anlarsın diye söyleyip söylememekte tereddüt ediyorum bu sizin köpek bizim kümesten  tavukları çalıyor” dedi. Babam çok şaşırdı çünkü Tarzan evin önünde yatarken bizim tavuklarımız üzerinden geçse kafasını çevirip bakmayan bir köpek. Babam Osman Amcaya “tamam ben takip edeyim gereken neyse yaparım kusura bakma komşu” dedi ve kaç tavuk boğdu ise vereyim dediyse de Osman amca kabul etmedi. Tarzan’ı takip etmeye başladık. Gerçekten de Osman amcanın dediği gibi bizim tavuklara hiçbir şey yapmayan Tarzan onların kümesinden tavuk çalıyor ve bizim inek ahırının arkasında yiyordu. Babam daha önceleri serbest dolaşan Tarzan’ı hemen kapının önüne bağladı..

        Yaz mevsimiydi babamın izinli olduğu Çarşamba günü Tarzan’ı sandala koyduk ve Filyos sahiline bıraktık. Yolda birkaç kere babamı vazgeçmesi için ikna etmeye çalışsam da ikna edemedim. Tarzan benim en sevdiğim köpeklerden biriydi ve çok üzülmüştüm babam ile en az bir ay konuşmadım..

         Birkaç ay sonra okullar açıldı. Sanırım lise ikinci sınıftaydık İnağzı’ndan Kilimli ’ye okula genelde tren yolundan genelde arkadaşım Talat Aktaş ile yürüyerek gidip geliyorduk. Bir Perşembe günü okul çıkışı Pazar yerini dolaştık ve İnağzı’na dönerken peşimize bir köpek takıldı. Önce çok önemsemedim çünkü 20-25 metre uzaktan bizi takip ediyordu. İlk tüneli geçtik Hasırarkasına geldik hala peşimizde. Ben biraz daha dikkatli bakınca çok zayıflamış kemik torbasına dönmüş köpeğin Tarzan olduğunu fark ettim. Tarzan diye çağırdığımda onun sevinç içinde üzerime atlamasını etrafımda dönmesini hiç unutamam.

         Tarzan eve geri döndükten sonra 2 ayda normale döndü. O günden sonra hiçbir komşunun tavuğuna kış demedi.

         Bakınız bu anıyı şunun için paylaştım. Bu günün şartlarında bu gibi bir olay olsa bırakın tavuğu veya köpeğin ölmesini cinayet dahi işlenir.

          İşte böyle hoşgörü ve saygının önde tutulduğu, insanların birbirine karşılıksız yardımda bulunduğu, sevinçte ve tasada ortaklığın en güzel örneklerinin verildiği tertemiz insanların içinde büyüme ve öğrenme şansını yakalamış olmaktan ve bunları hatırlamaktan çok mutluyum.  

 

         TURGUT GÜVEN