İNAĞZI YUKARI MAHALLE-2-

        Geçen hafta doğup büyüdüğüm mahalleyle ilgili aklımda kalan anılarımın ilkini yazmıştım. Bu gün ikincisini okuyacaksınız.

        Öncelikle tekrarlamak istiyorum, anılarımda unuttuğum kişilerden peşinen özür dilerim.

        Yine bir önceki yazımda belirttiğim gibi, “mahallede başımızdan geçen ve aklımızda kalan anıları benim tek başıma hatırlayarak yazmam mümkün değil. Bu konudaki aklınızda kalanları ulaştırırsanız anılarımızı daha da renkli hale getirmiş oluruz”.     

        İlkyazı sonrasında Facebook hesabımdan harika yorumlar aldım. Sizlere aşağıda onlardan da bahsedeceğim.

        Önce telefon ile arayanlardan bahsedeyim..

        Yazı sonrası Feride (abla) Kavukcu uzun bir telefon görüşmesi yaptık. Mahallede geçirdiği güzel günleri, komşuluğu ve arkadaşlığı hiç unutamadığını anlattı. Hatırladığı anılarını yazıp göndereceğini, yazımdaki bazı isimlerde hata yaptığımı söyledi. Aşağıda değineceğim.

        Dün İlhan (abla) Özbostancı ile telefonda özlem giderdik. Aramızda kalması gereken anılar dâhil mahalleyi şöyle bir gözden geçirdik. O’nun da bana hatırlattığı güzel anılar oldu. Çocukluk arkadaşım Sezai’nin boğulma konusunda bildiklerini anlattı. İlhan Abla da mahalle anılarını yazıp gönderecek. Telefonu kapattıktan sonra Nebahat ve Sabahat ablamın arasında sanırım 19 Mayıs Bayramında çektirdiklerini düşündüğüm bir resmini gönderdi. Yine sohbet anında söylediği Sezai’nin boğulmadan kısa bir süre önce İnağzı sahilinde çekilmiş bir fotoğrafını gönderdi. Fotoğrafa bakınca yıllardır unutmadığım Sezai’nin yüzünü tekrar gördüm.

        Yine yazı sonrası Messenger’den Ayfer (Bayram) Kaya ile sohbet ettik. Ayfer Mahallemizin yedek oyuncusu gibiydi, Meryem Teyze O'nun halasıydı. Bu nedenle de mahallemizi sık ziyaret edenlerdendi. Ayfer’de yazımı okuduğunda çok duygulandığını söyledi ve isim yanlışını düzeltti. İki anısını anlattı ilerideki yazılarımda değineceğim.

        Önce ilkyazımdaki Feride abla ve Ayfer’in hatırlattığı yanlışı düzeltelim. Mahallemizdeki bitişik nizam yapılmış arka lojmanın ilk evinde oturan Nusret Bıyıklı’nın eşinin adının Neriman değil Münire olduğunu hatırlattılar. Hatta Münire Teyzenin yaşadığını da öğrenmiş oldum. İlhan abla ise o yıllarda yine aynı lojmanda oturanların arka tarafında Nevzat ve Neriman Bıyıklı’nın diğer tarafında ise Raif ve Yeter Baki’nin oturduğunu hatırlattı. 

        Yine ilk yazı sonrasında unuttuğum kişiler olmuştu.. Hatta mahallemizin “batı yakasını” komple unutmuşum. Hüseyin ve Ruhiye Bozkurt, kiracıları Mehmet Ali ve Ayşe Akçadoğan Seyfi ve Ayten Tepe’yi hatırladım..

        Yine Ayfer’in ve yazdığı yorum ile İlhan Akkaya’nın bizi unutmuşsun arkadaş fırçasını mahallemize çıkarken selamlaşıp hal hatır sorduğumuz dostlarımızı da hatırlattı..

         Kerim amca ve Sabahat teyzeyi, Mehmet ve Melahat Akkaya’yı kızları ilkokul öğretmenim Müjgân ablayı, Yaşar Ağabeyi arkadaşlarımız Orhan ve İlhan’ı nasıl unuturum.

         Facebook hesabımda yazım sonrasında gelen Emine Çapan’ın (Özbostancı) , Kıymet Yıldız’ın (Hızarcı) Nevin Bayram ablanın, Orhan Abay’ın Gülçin Deniz’in, İlhan Akkaya’nın yorumlarını mutlaka okuyun..

         Ve mahallemizin İbo’su yazımı okuduktan sonra yorumunda benimde unuttuğum çok önemli bir olayı hatırlatmış ve  “En mühim şeyde 1963 yılında ben doğdum” diye yazmış. Böylelikle İbo mahalle anılarımızda ilk olmayı hak etti.  

         Özbostancı ailesinin son numarasıydı İbo. Meryem Teyze İbo’yu kırkına merdiven dayarken kazanmıştı. Mahallemizin en renkli ailesinde İbo’nun zaten siyah-beyaz büyümesi mümkün değildi. Oda doğal olarak renkli büyüdü.

          İboların evinin önünde büyük bir karayemiş ağacı ve önünde tahtadan yapılmış bir oturak ve masa bulunurdu. Aslında burası mahalle arkadaşlarımızla buluşma merkezimizdi aynı zamanda. Fazla gürültü yapıp mahalle büyüklerini rahatsız ettiğimizde fırçayı yer mahallenin başka bir köşesine çekilirdik.

          İşte İbo’yu hep o karayemiş ağacının dibinde oturmuş, çatık kaşları, asık suratı ile hatırlarım. Mutlaka evde bir kabahat yapmış ve Meryem teyzenin tezgâhın geçmiş olurdu.

          Mahallemizin küçük ve büyük Yaşar’ı olduğu gibi küçük ve büyük Emine’si de vardı. Büyük Emine İbo’nun ablası olduğu için rahattı ama küçük Emine’nin baş belası nedendir bilinmez İbo’ydu. Küçük Emine’nin mahallede oyun oynaması İbo’nun iznine bağlıydı.

          Annesi Fatma Teyze Karayemiş ağacının altında çatık kaş, kızgın suratı ile oturan İbo’ya yalvaran sözlerle küçük Emine’nin sokağa çıkıp oyun oynaması için müsaade isterdi. İbo her seferinde bir bahane uydursa da birazda Meryem Teyzenin kartal bakışlarından ürker ve başını sallayarak müsaade ederdi ve küçük Emine ancak öyle sokakta oyun oynayabilirdi.

          Kazım amca emekli olduktan bir süre sonra aşağı mahalleye taşındılar ama mahallemizle bağları hiç kesilmedi. Bizimkiler ise her gün Meryem Teyzenin demirbaş misafirleriydi. Çünkü Meryem Teyze tam istedikleri gibi gırgır şamata bir kadındı.   

          İbo ile ilgili rahmetli Nebahat ablamın anlattığı iki hikâye var aklımda. O’da sürekli böyle gırgır işleri takip ederdi.

          O yıllarda ilkokullar ortaokul ve liseden 15 gün önce açılıyor. İbo da ilk okul 2 veya 3 sınıfta.. İbo her sabah okula gidiyor ama ablası Emine’nin Okulu açılmadığı için evde keyif yapıyor. İbo ders çalışıyor Emine yatıyor falan. Okul açıldıktan bir hafta sonra İbo okuldan çok sinirli geliyor, muhtemelen öğrenmenden zılgıtı yemiş. Eve dalıyor o sinirle çantasını sallıyor bir köşeye, Meryem Teyze olayın farkın da, haliyle “ne oldu İbo bu ne hal” diye soruyor. İbo bağırarak “okula hep ben mi gideceğim biraz da Emine gitsin” diyor.

          Bir diğeri şöyle; İbo Ortaokulda dersler berbat, yazılılardan kaç aldığını söylemiyor. Daha doğrusu iyi alırsa söylüyor da zayıf aldığında ya söylemiyor, ya da daha yazılı okunmadı falan gibi bahaneler buluyor. Bir gün Meryem Teyze’nin evinde komşuları var ve kahve içilip, fala bakıyor. İbo’da evde fal işi nasıl iştir diye merak ediyor tabi. “Benim falıma da bak” diyor annesine. Meryem Teyze bu fırsatı kaçırır mı? Hemen fincanı kapatıyor bir süre sonra başlıyor İbo’nun falına bakmaya.

          Şöyle diyor; İbo okulda çok yaramazlık yapıyor, İbo’da ses yok. Arkadaşlarıyla sürekli kavga ediyor İbo’da “onlarda bana takılıyorlar” gibi küçük itirazlar geliyor. Meryem Teyze geçiyor İbo’nun söylemediği derslere. Matematik bir, İbo itiraz ediyor bir değil iki. He evet yanlış görmüşüm ikiymiş diyor. Türkçe iki, İbo’da ses yok, Tabiat Bilgisi iki İbo yine suspus. Bakıyor ki hep zayıfları okuyor annesine “Din dersine bak” diyor İbo. Meryem Teyze fincanı şöyle yalandan çeviriyor “beş” diyor, İbo itiraz ediyor “altı”. Beden eğitimi “altı” diyor İbo “sekiz” diye itiraz ediyor. Böylelikle İbo’nun söylemediği tüm ders notlarını öğreniyor. Tabi bunlar olurken evdeki komşular gülmekten yerlerde.

           İbo bu hikâye biter mi? Benim şahit olduğum İbo hikâyesi ise şöyle. Rahmetli Kazım Amca ile birlikte Zonguldak’tan belediye otobüsüne bindik İnağzı’na geleceğiz. İki kişilik koltukta Kazım amca koridor tarafında oturuyor ben yanında ayaktayım. Cam kenarında ise arada sohbet ettiği bir arkadaşı oturuyor. Ben ayakta olduğum için dışarıda ne olup bittiğini görüyorum. Yayla da şimdi Yunus figürlerinin olduğu havuz o günlerde de var ama yunuslar yok. İbo havuzun çevresindeki yükseklikte koşuyor. Cam kenarında oturan kişi “çocuğa bak havuzun kenarında koşuyor” gibi bir şeyler söyledi. Kazım Amca hiç başını o yöne çevirip bakmadan tahmin etti ve “o bizim İbo’dur” dedi. Bir süre sonra da İbo yarı beline kadar ıslanmış bir halde otobüse bindi.

           İşte böyle. O günlerdeki Yukarı Mahalle de yaşadıklarımızı sizlerde benim ulaşamadığım komşularımıza iletirseniz katkıların daha da artacağına, bu anıların kalıcı bir hale gelmesini de sağlamış oluruz.

           Devamı haftaya..

 

          TURGUT GÜVEN